Yusuf Akcura. Uc Tarz-i Siyaset

22.02.13 | yabgu


http//photoload.ru/data/95/10/52/951052d0426c79267c3e938e83b3ff8e.jpg


<b>Üç Tarz-ı Siyaset</b>
Author: Yusuf Akçura
Publisher: Türk tarix kurumi basimevi
Publication date: 1976
Format / Quality: PDF
Number of pages:56
Size: 8 Mb
Language: Turkish

<img src="http://photoload.ru/data/aa/55/3f/aa553fa74644b68766a571fc5ee596a6_pv.jpg" alt="Image"/>

Цитата:

Yusuf Akçura
(1876–1935)


Büyük Türk-Tatar tarihçisi ve siyaset adamı Yusuf Akçura, Kazan Tatarlarından çuha fabrikatörü Hasan Efendi ve Bibi Fahri Banu Hanım'ın oğludur. Yusuf Akçura kendi elyazısı ile yazıp bırakmış olduğu defterde 1879 yılının Kânunuevvelinin ikinci günü İdil'in (Volga) batı sahilinde eski bir Türk şehri olan Simbir'de doğduğunu söylemektedir. Mensubu bulunduğu Akçura ailesi Kuzey Türklerinin en eski ailelerinden biri olup, şeceresi dört asır evveline kadar uzanmaktadır. Yusuf Akçura doğum tarihinin 1879 yılı olduğunu söylmekte ise de, eldeki bazı vesikalar ve deliller Yusuf Akçura'nın 1876 yılında Osmanlı-Rus Harbi'nin başladığı sıralarda doğmuş olduğunu göstermektedir. İki yaşında babasını kaybeden Yusuf Akçura, okuyup yazmayı Labofka'nın Türk mahallesi imamı ve ilkokul hocası Abdülmend Efendi’den öğrenmiştir. 1883 yılının yazında Yusuf Akçura annesi ile birlikte İstanbul'a gelip yerleşmiştir, ilk tahsiline resmî olarak burada başlamış ancak çeşitli sebeplerle ilkokula muhtelif şehirlerde devam etmiştir. İlk tahsilini tamamladıktan sonra, İstanbul Kocamustafapaşa Askerî Rüştiyesi'ne girmiştir. Askerî Rüşdiye'nin üçüncü sınıfında iken annesi ile birlikte doğduğu yere gitmek fırsatını bulmuştur. Bu seyahat Kazan, Ufa ve Kasım gibi Kuzey Türklerinin yaşadıkları yerleri görmesine ve hemşerilerinin tarih ve edebiyatları ile yakından ilgilenmesine vesile teşkil etmiştir.
Раскрыть
Yusuf Akçura İstanbul’a döndükten sonra aynı rüşdiyeye devam etmiş ve buradan mezun olduktan sonra Harbiye'ye girmiştir. Hazırlamış olduğu Türk Yılı adlı eserde kendi biyografisinden kısaca bahsetmiştir. Bu arada şuurlu olarak Türkçülüğü benimsediğini de kaydetmiştir. Ayrıca bu arada Necip Asım Yazıksız, Veled Çelebi ve Bursalı Tahir Bey gibi şahısların eserlerini ve İstanbul'a gelen eniştesi İsmail Gaspıralı'nın Tercüman Gazetesi'ni dikkatle okuyup takip ettiğini ifade etmektedir.

Yusuf Akçura 1892 yılında Harbiye Mektebi'nin Erkân-ı Harb (Kurmay Subay) sınıfına ayrılmış ve yazı hayatına bu sıralarda başlamıştır. Harbiye Mektebi'nde tahsilde iken doğduğu yeri ve akrabalarını ziyaret imkânını bulmuş ve bu arada büyük Türk tarihçisi Şahabeddin Mercani ve büyük Türk dilcisi Kayyum Naşiri ile de görüşmek imkânını bulmuştur.

1896 yılında Harbiye Mektebi'ni bitirerek Harb Akademisi'ne giren Yusuf Akçura, bir yıl sonra Jön Türkler hareketi ile ilişkili görüldüğünden askerlikten çıkarılarak Trablusgarp'a sürülmüştür. Trabusgarp'ta her ne kadar sürgün hayatı yaşamışsa da, orada Erkân-ı Harbiye Kaleminde ve livalarda (fırka ile tabur arasında askerî birlik) muallim olarak çalışmaya memur edilmiş ve Erkân-ı Harb Mülâzimliği rütbesi kendisine iade edilmiştir. Ancak burada kendisinin milletine faydalı olamadığı endişesine düşen Yusuf Akçura, Fransa'ya gitmeye karar vererek Paris'e geçmiştir. Paris'te Siyasal Bilgiler Okulu'na kaydolmuş ve 1903 yılında bu okuldan üçüncülük mükâfatı ile mezun olmuştur. Mezuniyet tezinin konusu “Osmanlı İmparatorluğu Müesseselerinin Tarihine Ait Bir Tecrübe”dir[1].

Akçura'nın Türkçülük fikirleri Fransa’da olgunlaşmıştır. Paris'te ilk görüştüğü Türk mültecilerinden eski bir Jön Türk olan Dr. Şerafettin Mağmumi kendisine Osmanlıcılık fikrinin çöktüğünü, çeşitli unsurların anlaşmasını sağlamanın olanaksız olduğunu, Türk milliyetçiliğinden başka çıkar yol bulunmadığını izah eder. Mağmumi, Batılıların Doğu ve Türk düşmanlığından, dillerinde doladıkları adalet ve insaniyet sözlerine inanmanın tam bir ahmaklık olacağından ve bütün bu hakikatleri Paris'teki hayat ve gözlemlerinin ona telkin ettiğinden bahseder. Akçura bu telkinlerin kendisinde büyük izler ve tesirler bıraktığını söyler[2].

Paris'te, Ahmet Rıza'nın Osmanlıcılığını, Mizancı Murat'ın İslâmcılığını ve Prens Sebahattin'in Âdem-i Merkeziyetçiliğini Mağmumi'nin telkinleri doğrultusunda incelemek fırsatı bulmuştur.

Niyazi Berkes, Yusuf Akçura'nııı fikirlerindeki gelişmeyi şöyle dile getirmektedir: “Bu üç hizip arasında, çocukluğunda Rusya'dan gelmiş olan bir subaylık öğrencisi iken sürüldüğü Tripoli’den (Trablus) Fransa'ya geçen, üçlerin en genci Sebahattin'den bir yaş büyük olan Akçuraoğlu Yusuf adlı bir genç vardı. İlhamını Auguste Comte'den, Le Play'den değil, Science Politique (Siyasal Bilgiler) okulunda devamı ettiği Albert Sorel, Emile Boutmy ve Frıunck Brentano gibi tarih, ekonomi ve milliyetler sorunu konularıyla ilgilenen profesörlerden alıyordu. Murat gibi Kafkasya'dan değil, Çarlık İmparatorluğu'ndaki milliyetlerin ayrılma ya da özgürleşme davasını oranın devrimci akımlarıyla beraberleştiren bir gelenekten geliyordu.” [3]

Gerçekten de Akçura Paris'te üç yıl süreyle devam ettiği Science Politique okulunda ulus ögesinin tarihteki önemini anladı. Prusya bozgununun hemen ertesinde bozgunun öcünü alacak kadrolar yetiştirmek üzere tam milliyetçi bir şekilde donatılan bu okuldaki derslerde Albert Sorel ulus ögesinin önemi üzerinde ısrarla duruyordu. Akçura bu okulu bitirirken yazdığı tezinde Osmanlı Devleti’nin bu şekliyle korunmasının artık mümkün olmadığına karar vererek, milliyet fikirleri bu derece geliştikten sonra çeşitli unsurları bir araya toplayarak millet meydana getirmenin mümkün olamayacağını söylüyordu[4].

Fransa'dan doğduğu memleket olan Kazan'a dönen Yusuf Akçura burada gazetecilik ve öğretmenlik yapmıştır. Burada Türk âleminin fikir hareketi ile ilgilenmeye devam etmiş Kahire'de çıkan Türk Gazetesi'nde “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı meşhur makalesini neşretmiştir[5].

Yusuf Akçura 1904 yılında yazdığı 32 sayfalık Üç Tarz-ı Siyaset başlıklı makalesi Mısır'daki Türk Gazetesi'nin 23 ve 24'üncü sayılarında 1904 yılının Nisan ve Mayıs aylarında yayınladı. Türk Gazetesi bu makalenin yayınlanmasından birkaç ay evvel gazeteci Ali Kemal'in etrafında toplanan bir grup liberal tarafından Kahire'de yayınlanmaya başlamıştı.

Bu makalede üzerinde durulan ve uygulanabilirlikleri tartışılan ana konular şunlardır:

1. Bir Osmanlı ulusu meydana getirmek
2. İslâmcılığa dayanan bir devlet yapısı kurmak
3. Iraka dayalı bir Türk siyasal ulusçuluğu meydana getirmek

Her biri Osmanlı Devleti'ni kurtarma yolu olarak görülen bu konuları şöyle irdelenmiştir[6]:

Osmanlıcılığın amacı yeni bir Osmanlı milleti oluşturmaktır. Osmanlı Devleti'nin devamı için bu iş başarılabilirse elbette çok yararlı olacaktır. Bunun için cins, din ve mezhep ayrımı gözetilmeksizin Osmanlı halkları haklar ve ödevler açısından eşit hale getirilecek, böylece ortak vatan kavramı etrafında Amerikan ulusu gibi bir Osmanlı ulusu oluşturulacaktır. Tek amacı sınırları korumak ve İmparatorluğu yaşatmak olamlıdır.

Akçura, Osmanlılık fikrini hem sakıncalı hem de imkânsız görmektir. Sınırların korunmasını devlet için yeterli bir amaç görmeyen yazar İmparatorluk halklarının tek bir halk haline geldiğinde devletin kurucusu ve yöneticisi olan Türklerin eriyip gideceğini, egemenliğin Arap çoğunluğa geçeceğini düşünmektedir. Ayrıca Osmanlı topluluklarının birbirleriyle kaynaşmak istemeyeceklerini de öne süren Akçura, dinsel, siyasal ve mezhepsel nedenlerle bütün Avrupa'nın buna engel olmak için çalışacağını söyleyerek Osmanlı milleti meydana getirmeye uğraşmanın boşa yorulmak olduğuna kanaat getirmektedir.

Osmanlıcılık siyasetinin başarısızlığı üzerine İslamiyet politikasının meydan aldığını söyleyen Akçura, İslamcılık siyasetinin dünyadaki Müslümanlardan bir İslam birliği meydana getirmek amacı ve eylemi olduğunu düşünmektedir. Avrupalı yazarların Panislamizm dediği bu fikir Osmanlıcılık fikrinin zayıflamasıyla Abdülaziz zamanında yayılmaya başlayıp, Abdülhamit zamanında eylemsel bir boyut kazanmıştır. Bu dönemde Müslüman memleketlerinde geniş bir Panislamist propagandaya girilmiştir.

Akçura, bu politikanın güçlüklerini anlatırken esas olarak bazı noktalar üzerinde durur. Öncelikle Tanzimat'ın Osmanlı toplulukları arasında yaymayı amaç tuttuğu siyasal ve hukuksal eşitlik artık söz konusu olmayacaktır. Hatta Türkler arasında bile mezhepsel, dinsel çatışmalar çoğalabilecektir. Müslüman ülkelerin çoğunun idaresini ellerinde tutan batılı devletler de bu tasarının gerçekleşmesine izin vermeyeceklerdir. Osmanlı memleketlerinde din esasına dayalı güçlü bir Müslüman birliği kurulacağı, dünyadaki Müslümanların Halife'nin etrafında toplanmaları için sağlam bir zemin hazırlanabileceği ihtimalleri ise politikanın iyi yanlarıdır. Bu arada İslam'da din ile devletin bir bütün olarak kabul edilmiş olması, Kur’an’ın anayasa niteliği taşıması, halifenin Müslümanlarca imam kabul ediliyor olması, İslamcılığı kolaylaştırıcı etkenlerdir. Ancak dış engelleri çok kuvvetli gören Akçura bu siyasete, Müslüman tebaya sahip büyük devletlerin, İslam ülkeleri üzerindeki etkilerini kullanarak engel olacaklarını söylemektedir.

Türkçülük siyasetinin uygulaması, önce Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Türklerin, Türk olmadıkları halde az çok Türkleşmiş olanların ve ulusal vicdandan yoksun bulunanların bilinçlendirilmesi ve Türkleştirilmesi ile başlayacaktır. Asıl fayda Asya ile Doğu Avrupa’da yayılmış olan Türklerin birleştirilmesi ile elde edilecek ve bunun neticesinde azametli bir siyasal milliyet oluşturulacaktır. Türkçülük fikrinin uygulanmasında Osmanlı Devleti Japonya'nın sarı ırk için oynadığı rolü oynayacak ve liderlik edecektir.

Türkçülük siyasetinin engelleri ise bazı noktalarda özellikle yoğunlaşmaktadır. Örneğin, Osmanlı Devleti'nde Müslüman olup da Türk olmayan ve Türkleştirilmesine imkân olmayan topluluklar bulunmaktadır ve bu topluluklar Osmanlı Devleti'nden ayrılmak isteyeceklerdir. Büyük bir Türk nüfusa sahip olan Rusya'nın da bu siyasete engel olmak isteyeceği kesindir. Ancak Türkçülüğün harici engelleri İslamcılığa göre daha azdır.

Sonuç olarak Akçura, Osmanlıcılığı uygulanması imkânsız bir siyaset olarak görmekte, İslamcılık ve Türkçülüğü ise eşit denebilecek yarar ve zararlara sahip olarak nitelemektedir. Makalesi ise şöyle sonlanmaktadır: “Hülasa öteden beri zihnimi işgal edip de kendi kendimi ikna edecek cevabını bulamadığım sual yine önüme dikilmiş cevap bekliyor: Müslümanlık, Türklük siyasetlerinden hangisi Osmanlı Devleti için daha yaralı ve kabil-i tatbiktir.”[7]

Yusuf Akçura bu makalesiyle yüzyılın ilk yarılarında İstanbul'da Mekteb-i Tıbbiye öğrencileri arasında etkili olmaya başlaysan Türkçülüğü sistematik olarak ilk kez ortaya koymuştur[8]. Bu nedenle ''Üç Tarz-ı Siyaset'' makalesi Türkçülüğün manifestosu kabul edilmektedir

Yusuf Akçura Rusya'da yaşayan millyonlarca Türk'ün Rus baskısı altındaki kaderi karşısında üzüntü duymuş, meyus olmuştur. Kazan'daki Medrese-i Muhammediye'de tarih, coğrafya ve Türk edebiyatı muallimliği yapmış, bu arada gençlere Türkçülük fikirlerini aşılamaya çalışmıştır. Tarih derslerinin bir hülasası 1906 yılında Kazan'da neşredilmiştir. Kazan'da çıkan ilk Türkçe gazetelerden Kazan Muhbiri’nin yazı kurulunda görev alan Yusuf Akçura, Türkçülük fikirlerini geniş bir sahaya yayma imkânını bulmuştur. Ayrıca iyi bir teşkilâtçı olduğu için Türk boylarını bir araya toplamak gayesiyle, arkadaşları ile birlikte Rusya Müslüman İttifakı adlı büyük siyasî partinin kurulmasında büyük rol oynamıştır.

Bu büyük Türk partisinin başlıca gayesi şu üç noktada toplanmıştı:

1 — Vicdan hürriyeti
2 — Rusyadaki bütün insanlar arasında hukuk eşitliği
3 — Kültür sahasında millî gellişme için kanunen müsade verilmesini temin etme gereği

Bu partinin kurulmasından ve kuruluş gayelerini açıklamasından sonra Yusuf Akçura Kazan Jandarma İdaresi tarafından tutuklanarak umumî hapishaneye mevkuf olarak gönderilmiştir. 1908 yılında serbest bırakılmasından sonra tekrar Umum Rusya Müslümanları Partisi'nde faal rol oynamaya, parti kongrelerini tanzim etmeye ve idarî işleri yönetmeye devam etmiştir. Bu arada Kazan Muhbiri’ne, Orenburg’da neşredilen ve bütün Rusya ve Şarkî Türkistan Türkleri'nin anlıyabileceği bir şive ile neşredilen Vakit Gazetesi’ne ve Kırım'da Bahçesaray'da çıkan Tercüman Gazetesi’ne, Petersburg Muhabiri sıfatıyla yazılar yazmıştır.

Yusuf Akçura Kâtib-i Umumilik vazifesiyle çalışmalara katıldığı Umum Rusya Müslümanları Partisi'nin 3. Kongresinde, eniştesi İsmail Gaspıralı'nın teklif etmiş olduğu Türk dünyasının aynı dilde konuşup yazmaları tezi çoğunlukla kabul edilmişse de Çarlık Hükümeti bu karara şiddete muhalefet etmiştir. Yazılarında bu fikri savunan Yusuf Akçura şiddetli bir takibata maruz bırakılmıştır.

Türkiye'de Meşrutiyet'in ilânı üzerine 1908 yılının Teşrinisanisinde İstanbul’a gelen Yusuf Akçura Türkiye'de fikren yakın olduğu arkadaşları ile görüşmeler yapmış ve 1908 yılının sonlarına doğru Türk kültürünü korumak ve yaymak maksadı ile kurulan Türk Derneği isimli cemiyette kurucu üye olarak görev almıştır. Bu dernek tarafından 1911 yılında bir mecmua neşredilmeğe başlanmış ancak bu mecmua Osmanlı İmparatorluğu'nun harbe girmesi ve mecmuayı çıkaranların askere gitmesinden dolayı sadece 7 sayı çıkabilmiştir. Fakat bu dernek ve mecmuanın attığı fikir tohumları ile ileride “Türk Yurdu” namı ile bir dernek kurulacak ve “Türk Yurdu” adı ile de bir mecmua neşredilmeye başlanacaktır. Bu mecmuanın neşrine lâzım olan parayı ise gayrı resmî yoldan on bin altın ruble ile Orenburg'daki Hüseyiniye Âli Mektebi'nin kurucusu olan Kazanlı bir hayır sahibi Mahmut Hasanof karşılayacaktır.

Türk Yurdu Derneği’nin sorumluluğu, mecmuanın imtiyazı ve yönetimi Yusuf Akçura'ya verilmiş, böylece ilk sayısından itibaren Türk Yurdu Mecmuası’nı Yusuf Akçura çıkarmıştır. Türkiye'den başka Rusya, Çin, Afganistan ve İran'da yaşayan Türkler tarafından da okunan ve takip edilen bu mecmua Türk münevverleri arasında fikri bir bağlantı kuran mühim bir neşir organı olmuştur.

Yusuf Akçura bu sıralarda Harp Akademisi ve Darülfunun'da. siyasî tarih muallimliği de yapmıştır. 20 Haziran 1912 tarihinde Türk Yurdu’nun adı Türk Ocağı olarak değiştirilmiştir. Rusya’daki yeni hükümet ile sulh yapılınca, Yusuf Akçura orada esir düşen Türk askerlerinin mübadele işlerini halletmek üzere Türk hükümetince vazifelendirilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Harbinden sonra içine düştüğü durum ve yurdun dört bir yanının düşman kuvvetleri tarafından işgali Yusuf Akçura'yı çok müteessir etmiş ve Erkân-ı Harb üniformasını bavuluna yerleştirerek Anadolu'ya geçmiştir. İlerlemiş yaşına rağmen cepheye giden Yusuf Akçura bu hizmetlerine sivil hayatta da devam etmiştir. Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin kurulması ile önce Millî Eğitim Bakanlığı Telif ve Tercüme Heyeti üyeliğine sonra bu heyetin başkanlığına getirilmiş, Ankara'da ilk defa açılan Serbest Yüksek Dersler Kursunda tarih öğretmenliği yapmıştır. Dışişleri Bakanlığı Doğu İşleri Danışmanlığı görevinde iken Sovyet Rusya ile olan münasebetlerde siyasî görüşü ve milletlerarası politika konusundaki derin bilgisi ile Büyük Millet Meclisi Hükümetine çok kıymetli yardımlarda bulunmuştur. Bu görevde iken Rusya'da büyük kıtlık olmuş, yardım almak üzere Türkiye'ye gelen bir heyet Yusuf Akçura'nın delaletiyle Atatürk'ün huzuruna kabul edilmiş ve gerekli yardım Atatürk'ün bizzat verdikleri direktifle sağlanmıştır.

1923 yılında İstanbul Milletvekili seçilmiş, 1925 yılında açılan Ankara Adliye Hukuk Mektebi siyasî tarih öğretmenliğine atanmış, 14 Nisan 1931 tarihinde Atatürk’ün Türk Tarih Kurumu’nu kurmakla görevlendirdiği bilginler arasında yer almış, 1932 yıllında bu kurumun başkanlığına seçilmiştir.

1933 yılında İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşunu müteakip, siyasî tarih profesörlüğüne getirilmiştir. 1935’de Kars Milletvekiliğine seçilmiş, 11 Mart 1935’de vefat etmiştir. Yusuf Akçura 60 senelik hayatının kırk senesini Türklüğe adamış, bu uğurda hiç bir fedakârlıktan kaçınmamış bir Türk âlimidir. Kabri Edirnekapı mezarlığında olup, üzerinde çok sevdiği Kazan'ın sembolü haline gelen Süyüm-Bike minaresinin küçük bir maketi yerleştirilmiştir[9].

Yusuf Akçura ömrü boyunca Türkçülük fikrine sadık kalmıştır. Sosyalist fikirleri de yakından tanıyan bir insan olarak, bu fikirleri Türkçülük fikriyle bağdaştırmaya çalışmıştır. Akçura'nın Türkçülüğü, Balkanlardan Çin'e kadar çeşitli ülkeleri kapsamaktadır. Osmanlı Devleti ise Türk Dünyası'nın ancak bir parçasıdır.

Akçura tarih araştırmalarında faydacılığa taraftardır. Birinci Türk Tarih Kongresi'nde sunduğu tebliğde "Tarih mücerret bir ilim değildir. Tarih hayat içindir; Tarih milletlerin, kavimlerin varlıklarını muhafaza etmek, kuvvetlerini inkişaf ettirmek içindir" demiştir[10].

Ölümünden sonra neredeyse unutulan Akçura’nın Türk tarihçileri tarafından dışlanmasını Ercümend Kuran şöyle yorumlamaktadır: "Bu durumu izah etmek kolaydır, Akçura Moğol İmparatorluğu'nu yüceltmiş ve Cengiz Han'ı Türk saymıştır. Ayrıca Türk tarihinin gelişmesinde İslamiyet'e tali derecede yer vermiştir. Son olarak sosyalizme yatkındı. Türk tarihçilerinin çoğunun 1940'lardan sonra Moğolları Türk kabul etmemeleri, Türk-İslâm sentezine yönelmeleri ve sosyalizme cephe almaları milliyetçi çevrelerin Akçura'yı ihmal etmelerine sebep olmuştur. Üstelik Akçura'nın Ziya Gökalp'in muasırı olması onun için bir talihsizlik teşkil etmiştir. Çünkü o Gökalp'ten bilgili olduğu halde, Gökalp'in terkip kabiliyetine sahip bulunmuyordu. Gökalp'in ülkücülüğü Türk aydınlarının psikolojisine daha uygun düşüyor adeta büyülüyordu." [11]

Yusuf Akçura'nın Türkçülük, Türk tarihi ve Türk fikir hareketine katkılarını şu ana başlıklar altında gruplandırabiliriz:

- “Üç Tarz-ı Siyaset" adlı makalesiyle Türkçülüğü ilk defa bir siyaset şekli olarak ortaya koyması,

- Türkçülüğü bir bütün olarak görmesi ve bunu sürekli savunması,

- Türk milliyetçiliğinin teşkilatlanmasında kurduğu dernek ve yazılarla oynadığı rol,

- Rusya'daki Türklerin bilinçlenmesi ve örgütlenmesi konusunda önemli rol oynaması,

- Türk Yurdu Dergisiyle Türkçülük konusunda yaptığı çalışmalar,

- Türkçülüğün tarihini yazan ilk araştırmacı olması (Türk Yılı, 1928)

- Türk Tarih Kurumu’ndaki hizmetleri

Yusuf Akçura'nın "Bütüncü (Birleştirici) Türkçü" görüşleri Rus egemenliğinde yaşayan Türk devletlerinin bağımsızlıklarına kavuşmalarıyla yeniden güncel hale gelmiştir

Yusuf Akçura'nın gazete ve mecmualarda çıkmış yazıları büyük bir yekûn tutmaktadır. Yusuf Akçura'nın yazı yazmış olduğu başlıca gazete ve mecmualar şunlardır: Türk (Kahire), Kazan Muhbiri (Kazan), Vakit (Orenburg), Bilgi, Türk Yurdu, Altın Armağan (Türk Yurdu Mecmuasının ilavesidir), Mutasavver Malûmat, Halka Doğru, Yenigün, Milliyet, Şûra-yı Ümmet (İstanbul), Lausanne ve Meşveret (Paris). Yusuf Akçura'nın yazı yazmış olduğu gazete ve mecmua koleksiyonlarının hepsini görmek mümkün olmadığından, yukarıda adları verilmiş gazete ve mecmualarda neşredilmiş bütün yazılarını bir araya toplamak mümkün olamamıştır.

Eserleri:


İlim ve Tarih (Kazan, 1906), Din münazaralarından.. hakkında (Kazan, 1906), S Haziran vâkıa-i müessifesi (Orenburg. 1907), Eski Şûra-yi Ümmet'de çıkan makalelerimden (istanbul, 1329), Mevkufiyet hâtıraları, (İstanbul, 1330 ikinci baskı), Türk, Cermen ve Islavlarının münasebet-i tarihiyyeleri. (îstanbul, 1330), Üç tarz-ı siyaset (Kahire, 1912: istanbul, 1912), Siyaset ve iktisat hakkında birkaç hitabe (İstanbul. 1924), Rusya-daki Türk-Tatar Müslümanlarının şimdiki vaziyet ve emelleri (İsviçre, 1916), Şark meselesine ait tarihî notlar (İstanbul. 1336 . Tarih-i siyasî notları: Şark, meselesine dair (istanbul, 1336), Muasır Avrupa'da siyasî ve içtimai fikirler ve cereyanlar (istanbul, 1339), Siyaset ve tktisat (istanbul, 1924), Türk Yılı (İstanbul, 1928), Tarih yazmak ve okutmak usulleri (Birinci Tarih Kongresi, 1932), Osmanlı Devletinin Doğuma Devri (istanbul, 1940), Ta kendim - yahut Defter-i Amalim (istanbul 1944).[12]

Hilmi Özden


[1] Naile Binark, Ömer Yusuf Akçura, Kazan Dergisi Sayı 10, Aralık 1973 s 32-36
[2] Cemal Avcı. Uluslar arası Dördüncü Türk Kültürü Kongresi 4-7/Kasım/1997 Ankara III.cilt sayfa:81.Y. Akçura, "Tarih Yazmak ve Tarih Okutmak Usullerine Dair'', Birinci Türk Tarih Kongresi, Konferanslar, Münakaşalar, Maarif Vekaleti Yayını. İstanbul 1932, s. 605.
Yusuf Akçura, “Türkçülük”, Türk Yılı 1928, Türk Ocakları Merkez Heyeti Yayını, İstanbııl 1921. s.396.
[3] Cemal Avcı a.g.m.s.81 Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma, Doğu-Batı Yayınları, İstanbul 1978. s. 392.
[4] Cemal Avcı. a.g.m.s.82-83
[5] Naile Binark.a.g.m.s.85
[6] Cemal Avcı. a.g.m s.87. François Georgeon,Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri-Yusuf Akçura-Yurt Y(çev:alevEr).Ankara,1986., s.34
[7] Cemal Avcı. a.g.m.s.88 François Georgeon,a.g.m.s.36.
[8] Cemal Avcı. a.g.m.s.89. François Georgeon,a.g.m.s.43-44
[9] Naile Binark.a.g.m.s.34
[10] Cemal Avcı. a.g.m s.89
[11] Cemal Avcı. a.g.m.s.90
[12] Naile Binark. a.g.m.s.36
Цитата:
Üç Tarz-ı Siyaset, Yusuf Akçura'nın 1897 de yazdığı 33 sayfalık bir makaledir.
Akçura, Osmanlı Devletinin temel devlet politikası olarak Osmancılık, Pan İslamizm, Türkçülük olmak üzere üç siyaseti kıyaslayarak incelenmiş ve Türkçülüğün kabul edilmesi gerektiğini savunmuştur.
Türkçülüğün ilk manifestosu olarak kabul edilir.
<div align="center">
Уважаемый пользователь, вам необходимо зарегистрироваться, чтобы посмотреть скрытый текст!
Уважаемый пользователь, вам необходимо зарегистрироваться, чтобы посмотреть скрытый текст!
Уважаемый пользователь, вам необходимо зарегистрироваться, чтобы посмотреть скрытый текст!
Уважаемый пользователь, вам необходимо зарегистрироваться, чтобы посмотреть скрытый текст!
Уважаемый пользователь, вам необходимо зарегистрироваться, чтобы посмотреть скрытый текст!

Password: turklib</div>


Поделитесь записью в соцсетях с помощью кнопок:

Просмотров: 2989
Рейтинг:
  • 5

Реклама от партнеров: